KUTSALLARIN KARANLIĞI





"K" dergisinin arka sayfasında “Hayatın kutsallığına inanmıyorsa bir insan, onun kutsallık atfettiği her şeyden şüphe duymak gerekir”  cümlesini okurken "ama öldü" sorusuna verdiği cevap takıldı zihnime. Hayatın  kutsallığına inanmayan, atfettiği kutsallar uğruna herkesin ölmesini isteyen fiili otoritenin cevabı.

O'nun kutsallarına itiraz eden Lokumcu ölmüştü. Aslında öldürülmüştü. O kutsallar ki yüzlerce çocuğun cinsel istismarını, yüzlerce kadın cinayetini, kamu kurumlarındaki sayısız dolandırıcılık ve hırsızlığa göz yummayı, hatta arka çıkmayı meşru gösteren. Şüphe duyanın, itiraz edenin hapishaneye kapatılmasına, ezilmesine tuhaf cümlelerle "haklılık" kazandıran.

İşte fiili otorite ve içinde aktığı mukaddesatçı mecra, atfettikleri o kutsalları hayatın tek sesi, tek rengi, tek kokusu yapabilmek için anayasa değişikliği adı altında atağa geçti. Fakat değişikliklerin içeriğinden çoğunluk henüz habersiz.

Aslında fiili otorite yönünden kesif bir egemenlik yoğunlaşması ve merkezi kurumsal aygıttan, faşizan "tek el" sistemine  geçiş demek olan anayasa değişikliği, O'nun hayat ve hayal dünyasını göstermesi açısından önemli. Fakat, bir o kadar da önemli olan, insanların rızasını elde etme aracı olarak kullandığı söylem. Her daim aynı sığ argümanları kullanan bu otorite; hayatın kutsallığına değil, atfettiği kutsallara dayanmasıyla, faşizan akla, mukaddesatçı mecraya seslenişiyle, itiraz edenleri adeta "düşman" saymasıyla tam anlamıyla "tekçi" doktrinin vücut bulmuş hali. Cüretkarlık ve güç sembolü olduğunu vurgulamak üzere hazırlattığı sahne gösterileri "idam isteriz!" çığlıkları arasında katılanların  histeriye kapılmasına yol açmakta. Sosyal histeri, fiili otoritenin "istikrarlı ve tek başlı", hatta "Führer, Duce, El Caudillo" olabilmesi için bulaşıcı hastalık misali hızla yayılmakta.

Acul ve çapsız "görevliler" bu dönemin en "gözde" karakterleri. Üniversitelerden hocaları atmaktan medyada  işten atmalara, silahlı saldırılardan itiraz edenleri sokaklarda dövmeye kadar  her alanda görülen bu karakterler, sığınacağımız kutsallarımız var nasıl olsa diyerek tedirginlik duymaz halde. Anladığımız kadarıyla bu "görevliler", histeri yayıldıkça utanmazlıklarına, arsızlıklarına ve saldırganlıklarına devam etmek niyetindeler. Bu söylem, daha doğrusu otoriter ve zorba uygulamaların kabul ettirilmesinde her kapıyı açan anahtar işlevini gören atfedilen kutsallar, çeşitli varyantlarıyla karşımıza çıkarken, aynı zamanda "politik istikrar" masallarına inanmamız için şiddetli bir kara propagandaya da dayanak olmakta.

Fiili otoritenin ayakta kalabilmesi için anayasa değişikliği şart gibi gözüküyor. Anlaşılan o ki değişiklik kabul edilirse atfedilen kutsallardan örülmüş duvarlarıyla bizi hayatın her alanında bir hücre bekliyor. Hapishanelerin içine kapatılmaya gerek kalmadan, hepimiz bir hücrenin içinde yaşamaya mahkum olacağız.

Çocukların cinsel istismarı, kadın cinayetleri o atfedilen kutsal hücrelerin içinde gözlerden kaybolacak. İtiraz eden az sayıdaki kişinin sesi işitilmeyecek. Dolandırıcılığın, hırsızlığın ve vurgunculuğun boyutu büyüdükçe hücrenin duvarları daha da yükselecek. Hayatın kutsallığına inananlar tek tek eksilecek. Herşey politik otoritenin  atfettiği kutsallar için....

"K" dergisinin arka sayfasına dönersek, “Gerisi iktidarı ele geçirmek ya da kendi hükümranlıklarını sürdürmek isteyenlerin ileri sürdüğü bahanelerden ibaret" kalacak.

Medya, hükümranlıklarını sürdürmek isteyenlerin bahanelerine daha çok sarılacak. Egemenlik alanını genişletmek için her duruma, her kategoriye,  her sınıfa uyacak biçimde söylem üreten  faşizan demagoji her yerde ve her anda  kitlesel propaganda aygıtlarına dönüşecek. Aparatçikler itiraz edenleri hırslı, intikamcı ve hedef gösteren bir dil ile afişe ederek insanı kusmaya zorlayan kokular yayacak. Zaman zaman Gustave Flaubert’in “üslup insandır” sözünü hatırlayacağız, fakat çok geç olacak.

Kutsallar ve kalabalıklar birbirine ihtiyaç duyar. Birbirini besler. Dolayısıyla yüzbinlere varan kalabalıklarla miting adı altında sahne gösterileri yapılır. Arkaik histerik duygular kışkırtılır. Milliyetçilik, muhafazakarlık, mukaddesatçılık, cinsiyetçilik, kadercilik birbirine karışır. Kreşendonun zirvesinde, her daim fiili otorite sahnede belirir. Büyülenmiş beyinlere istediklerini verir. İşte bu, yeni sistemin ayini olacak.

Karanlık girdabın içine çekilirken birkaç ay içerisinde -fark ederiz veya etmeyiz- hepimiz bu tarihsel durumun parçası olacağız. Başka deyişle, ya kurulan faşizan tekçi otoritenin parçası ya da onu engelleyen akışın parçası durumundayız. Dolayısıyla tarih, bu coğrafyanın kaderini belirleyen olayları yazarken aslında herbirimizin kişisel tarihini de yazacak.

Sonuç olarak Reich'ın "Küçük Adam"ının tarihi belirlediği günlerdeyiz. "Küçük Adam"ı küçük adam olarak gören medya, bugünlerde ısrarla ihtiyacımızın yol, köprü, yeni evler, otomobiller olduğunu anlatıyor. "İstikrar"ın bize her şeyi vereceğini, yeter ki atfettikleri kutsallara rıza göstermemizi, otoriteyi desteklememizi  istiyor.

Oysa  bizim bugünlerde ihtiyacımız olan çok açık ki;

“Hayatın kutsallığına inanmıyorsa bir insan, onun kutsallık atfettiği her şeyden şüphe duymak gerekir” cümlesidir.

Hükümranların atfettikleri kutsallara dayalı “istikrar" söylemlerini bir kenara fırlatıp atmak, hayatın her alanını otoriter politik yapıya bağlama gayretlerini suratlarına çarpmaktır.

Mukaddesatçı faşizan söylemlerden yayılan o kokunun zehrini görmektir.

"İstikrar" masallarına değil, bizi biz yapan kelimelerimize tutunmaktır.

Ve, Rengin Soysal’ın "K" dergisinin arka sayfasında altını kalın bir kalemle çizdiği gibi bir şeydir ihtiyacımız.

“Gerçekten, insanlık tarihine geçmiş yüksek sanat örneklerini dinlememiş, okumamış, seyretmemiş ya da onları yalnızca “seçkinliğinizin” aksesuarı diye algılamışsanız belki de hayıflanmak için fazla zamanınız kalmadığını görüp şöyle bir silkelenmeniz gerekir;

Silkelenmeniz ve "yaklaşan cinayetlere karşı gerçekle silahlanmanız."

Gerçekle, unutmamalıyız, gerçekle!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

LİDERLER YALAN SÖYLER Mİ?

MAĞRİPLİ'NİN ANISINA