LİDERLER YALAN SÖYLER Mİ?
Stratejik
uygulamaları saklamak amacıyla liderler, dolayısıyla temsil ettikleri devletler
yalan söyler mi?
Chicago
Üniversitesi’nden siyaset bilimci John Mearsheimer “Liderler Neden Yalan
Söyler” başlıklı kitabında bu soruya
cevap arar ve olumlu, net bir cevap verir. Evet söyler.
Politik
olarak yalanın, çarpıtmanın ve gizlemenin kabul edilebilir olduğu tezini
destekleyen görüşlerini, klasik Amerikan felsefesinin temel konsepti “pozitif
faydacılık” temeline oturtur. Görüşlerini,
milli menfaatler, raison d'etat (hikmet-i hükümet), kolektif iyilik gibi
kavramları kullanarak kanıtlamaya çalışır.
Bir hayli
ayrıntılı şekilde analiz ettiği meseleyi “ahlaki” yönden incelemediğinin
özellikle altını çizen Mearsheimer, yalan
söylemenin ahlaki değil politik olarak “pozitif” olabileceğini kabul eder. Onu,
kitabının anahtar cümlesi yapar. Örnek olarak ele aldığı yalanları
"pozitif fayda", "kolektif fayda" kriterine göre
değerlendirir.
Mearsheimer,
"Yalan, hedef kitleyi aldatmak için tasarlanmış pozitif eylemdir" der
ve ekler: "Buradaki kilit nokta, yalanın ne zaman ve nasıl pozitif faydası
olduğunu tespit etmektir.”
Ne var ki,
yalan ile ortaya çıkan "pozitif fayda"nın hangi kesimlerin,
katmanların, sınıfların çıkarına olduğunu
söylemez. Oysa, bilindiği gibi Bush döneminde Irak'a saldırı amaçlı kimyasal
silah, El Kaide temalı yalanlar ABD halkını her ne kadar ikna etse de,
yalanların ürettiği “pozitif fayda” halka değil Chevron, Exxon Mobil gibi dev
petrol tekellerine yaradı. Nihayetinde savaş öncesi söylenen yalanlar
Mearsheimer’e göre "kolektif iyilik" içindi fakat Irak Savaşı, ABD
petrol fonlarının devasa şişmesine, ABD halkının ise hızla yoksullaşmasına yol
açtı. Mearsheimer tüm bunların üstünden atlar.
Kuşkusuz
eleştiriye oldukça açık görüşlerine karşın, altı ısrarla çizilmesi elzem olan
nokta, Mearsheimer’in
kitabında sorduğu o, çok önemli soruya verdiği net cevaptır. Liderler
yalan söyler mi? Evet söyler.
Şu da var
ki, Mearsheimer, "Evet" cevabına en az o kadar önemli olan şu cümleyi
de eklemeyi ihmal etmez. ”Yaygın
yalan söyleme zehirli bir sahtekarlık kültürü yaratması nedeniyle , kaçınılmaz
olarak devlet ve topluma da vahim zararlar verecektir.” Kitabında
devamla, o vahim zararların toplumda nasıl sahtekarlık, iktidara tapınma kültürü
ve çürümeye yol açtığını satır, satır anlatır.
Politik
yalanın çok sık kullanıldığı takdirde seçmenlerin kendi rasyonaliteleri içinde
karar verme kabiliyetlerinin ortadan kalkacağı, kırılgan ortamda seçmenlerin
yalan söyleyen otoriter politikacılara doğru eğilim göstereceğini vurgular.
Mearsheimer'ın sözünü ettiği, liderlerin söylediği
"politik yalan" ve yarattığı "zehirli sahtekarlık kültürü",
bu coğrafyanın geleneğine de yabancı değil kuşkusuz.
Anayasa
değişikliği ve başkanlık sistemi tartışmalarında söylenen yalanlar ve
yalanların temeline yerleştirilen "istikrar, demokrasi, refah"
söylemini istatistiki araştırmaların ölçekleriyle değerlendirirsek, yalanın
nasıl fütursuzca kullanıldığı anlaşılabilir.
Örnek
olsun, aşağıda en çok kullanılan yalanlar ve hakikatler var.
"Başkanlık
sisteminde darbe olmaz." OECD raporlarına göre , dünyada başkanlık sistemi
ile yönetilen ülkeler, parlamenter sistemle yönetilen ülkelere göre iki misli
daha fazla darbeyle karşılaşıyor.
"Parlamenter
sistem koalisyona yol açıyor, koalisyon olursa ekonomi çöker." Koalisyon
dönemlerinin ekonomik performansı AKP dönemlerinden daha yüksek. Koalisyon
iktidarları döneminde ortalama büyüme oranı yüzde 4.7 iken, AKP iktidarları
döneminde ortalama büyüme oranı 4.5 ve
Türkiye 2016 yılında sadece yüzde 2 büyüdü.
"Başkanlık
milli geleneklerimizde var." Türkiye coğrafyası 140 yıldır parlamenter
sistemle yönetiliyor. Modern dönem tarihinde başkanlık sistemi veya benzeri bir
düzenleme yok. Politik gelenekten söz edilecekse parlamenterizm tek sahip
olunan gelenek. Söz edilen İlk çağ ve Ortaçağ sistemleri ise, o yapının bugünkü
modern devlete politik gelenek oluşturmadığı açık. Dolayısıyla tartışma dışı ve
laf ı güzaf.
"Başkanlık
ile istikrar, gelir, refah artar, ekonomi kalkınır." Dünyada insani
gelişmişlik bakımından ilk 10 ülkenin 9'u parlamenter sistemle yönetiliyor.
İnsani gelişmişlik bakımından en son sıradaki 10 ülkenin 9'u ise başkanlık
sistemiyle yönetiliyor.
"Milletvekili
sayısı 550' den 600'e çıkıyor. Temsil oranı artıyor." Bütün matematik
hesaplar ve politik projeksiyon temsil oranını artırmanın tek yolu olarak seçim
barajının kaldırılması gerektiğini gösteriyor. Milletvekili sayısının
artırılmasının temsil oranına hiçbir etkisi bulunmuyor.
Ne yazık ki
çok değiştik masalına rağmen yalanın yarattığı zehirli sahtekarlık kültürü
devam ediyor.
Başkanlık
sistemi konusunda kimlerle hangi pazarlıkların yapıldığını ne yazık ki
bilemiyoruz. Ancak bildiğimiz bir şey var. Akademik çalışma konusu olacak kadar
istikrarlı ve yaygın “Liderler yalan
söyler mi? Evet söyler" tezi, herhalde en hoyrat, nobran ve cüretkar
haliyle bu coğrafyada vücut bulmakta. Zira, zehirli bir sahtekarlık kültürüyle
harmanlanmış muhafazakar milliyetçi müesses nizam demokrasiye yönelik ciddiye
alınacak hiçbir çalışma yapmazken,
utanmazca ve alelacele bir gayretkeşlikle "düşman" gördüğü tarafları
baskılıyarak başkanlık dediği diktaya doğru bir hamle yaptı. Ve büyük yalanlara
ihtiyacı var.
İtiraz
edenlere karşı söyledikleri her şey adeta “düşman”a karşı verilen savaşın bir
parçası. Hakikatin hiçbir önemi yok. Politik yalan, iktidar stratejisinin bir
aracı. Nitekim her açıklama halkın aydınlatılmasından çok yalanlarla örülen
başkanlık konseptini biraz daha karanlığa gömdü. Ne de olsa politik yalan,
milli menfaatler, raison d'etat (hikmet-i hükümet) söz konusuysa “pozitif
fayda” yı sağlamak için en efektif yoldu ve fırsat bu fırsattı.
İki hafta önce gerçekleşen meclis görüşmeleri ve oylamaları nasıl bir karanlık bataklığın içine sürüklendiğimizi gösterdi. Zehirli sahtekarlık kültürü iliklerine kadar işlemiş politikacıların bu bataklığa kendileriyle birlikte halkı da çekme gayreti başladı.
Mearsheimer, “ Yalanın işe yaramayacağı ve yalancıların sonunda sandık başında cezalandırılacağını düşünmek de boşuna. Zira bazı yalanlar hiçbir zaman ortaya çıkmazken bazılarının deşifre olması için 30 yıl beklemek bile söz konusu olabilir” der.
İki hafta önce gerçekleşen meclis görüşmeleri ve oylamaları nasıl bir karanlık bataklığın içine sürüklendiğimizi gösterdi. Zehirli sahtekarlık kültürü iliklerine kadar işlemiş politikacıların bu bataklığa kendileriyle birlikte halkı da çekme gayreti başladı.
Mearsheimer, “ Yalanın işe yaramayacağı ve yalancıların sonunda sandık başında cezalandırılacağını düşünmek de boşuna. Zira bazı yalanlar hiçbir zaman ortaya çıkmazken bazılarının deşifre olması için 30 yıl beklemek bile söz konusu olabilir” der.
Başkanlık
hedefli Anayasa değişikliklerinden gelen kokular ve söylenen yalanlar bu
cümleleri haklı çıkartacak gibi. Cüretkarlıklarının sebebi bu cümlelerde
gizlidir belki. Sahtekarlık kültürüyle harmanlanmış muhafazakar milliyetçi
müesses nizam, sivillerin parçalanarak öldüğü katliamları, başkanlık tartışmaları ve yalan dumanları arasında
gözden kaybetmemizi istiyordur belki. Suriye halkına karşı açtığı savaşın açığa
çıkma korkusudur belki. Kim bilir, "Yeni Türkiye" yalanıyla bir an
önce ama bir an önce bütün suçlarının belleklerimizde yitip gitmesidir istenen.
Ne var ki tersi de olabilir. Sandık başında veya değil cezalandırılma
korkusundandır belki alelacele referandum arzusu. Neyse, her şey müesses
nizamın bekası için ne de olsa. Yalana devam o halde !
Yorumlar